İŞLEYEN FORMÜLLERİN ÖTESİNDE BİR FORMAT DENEME CESARETİYLE YOLA ÇIKTIK
Şahane Hayatım yayınlanan bölümleriyle çok izlendi, çok sevildi. Sosyal medyada da en çok konuşulan dizilerden oldu. Sizce izleyicinin bu kadar ilgisini çekmesinin nedeni nedir? Bu vesileyle Şahane Hayatım kadrosuna dahil olma sürecinizi de dinlemek isteriz.
Hikayenin yer yer dramatik, yer yer komik olan yapısı, daha ilk bölümde işlenen ve üzeri örtülmeye çalışılan cinayetin mistik havasıyla birleşince keyifli birşey ortaya çıkacaktır diye düşünmüştüm. Gördüğüm kadarıyla, izleyici de hayatın karmaşasından bir süreliğine de olsa kurtulacağı, rahat nefes alabileceği birşeyler izlemek istiyormuş. Yorum yapmak için henüz erken elbette ama ilk haftalarda oluşan olumlu havadan dolayı mutluyum. Çünkü işleyen formüllerin ötesinde bir format deneme cesaretiyle yola çıktık. Ama televiyon dizilerinde farklı bir şey yapmak istenildiğinde, gözden kaçırılan bazı kritik detaylar, o işin çoğunlukla karşılığını bulamamasına neden oluyor. Bu da ‘Biz nerede yanlış yaptık?’ sorgulamasıyla değil, ‘İzleyici böyle şeyler sevmiyor.’ damgalamasıyla sonuçlanıyor. İşin yapımcı ve yaratıcı sürecinde olan insanlar cesaretini kaybedip ‘işleyen formüllere’ geri dönüyor, ve birbirinin aynısı işler üretmek ve izlemek zorunda kalıyoruz. Umarım beğenileri uzun ömürlü olur ve bize bir oyun alanı açarlar. Çünkü ilerleyen haftalarda karakterlerin çok farklı yüzlerini görecek; çok zor sınavlara sokacak ve çırpınışlarına tanıklık edeceğiz.
Sizin bu süreçte dizi özelinde ve karakteriniz özelinde aldığınız en ilginç yorum hangisiydi?
Televizyon izleyicisi beni genelde şeytan tüyü olan, oyun kuran, baştan çıkaran rollerde görmeye alışık olduğu için çok hoş serzenişler de görüyorum. ‘Yiğit Özşener silkelen ve kendine gel! Şebnem seni nasıl bu kadar kolay kandırabiliyor! Melisa seni baştan çıkarmak için yapıyor, sakın inanma ona! Komiser sizin evden çıkmıyor, bir işler dönüyor görmüyor musun!’ gibi uyarılarda bulunuyorlar. Anlayacağınız başıma bir şey gelmesinden endişe eden bir izleyici kitlesi var :)
ONUR, ŞEBNEM’E SAHİP OLMAYI HAYAL ETTİĞİ HER ŞEYİ VERMİŞ OLSA DA, ŞEBNEM’İN VARLIKLI İNSANLARA KARŞI DUYDUĞU ÖFKEDEN PAYINI ALIYOR
Onur iyi bir eğitim almış, güçlü ve varlıklı bir aileden gelen, tarzı ve duruşuyla girdiği her ortamda dikkat çeken biri. Canlandırdığınız Onur Gümüşçü karakterini bir de sizden dinlemek isteriz.
Onur, köklü ve aristokrat bir aileden geliyor. İyi eğitimli, kültürlü ve vizyoner bir iş insanı. Parayla ilişkisi farklı; çünkü hep sahip olduğu bir şey. Gösterişi sevmeyen, dikkat çekme çabası olmayan bir adam. Çok zengin ama ‘Para konuşur, servet fısıldar.’ derler ya, öyle bir duruşu var. Onur ve Şebnem birbirleriyle ne kadar uyumlu görünseler de, aslında çok farklı olduklarını anladık. En temel farkları Onur hayata ‘old money’ (aileden gelen zenginlik) çerçevesinden, Şebnem ‘new money’ (sonradan elde edilen zenginlik) çerçevesinden bakıyor. Ama Onur, karısının geçmişini bilmediği için bu çatışmanın farkında değil. Onur, Şebnem’e sahip olmayı hayal ettiği her şeyi vermiş olsa da, Şebnem’in varlıklı insanlara karşı duyduğu öfkeden payını alıyor. Geçenlerde bir yerde okudum. Güncel psikiyatri de ‘Aniden zengin olma sendromu’ diye bir tabir kullanılmaya başkalanmış. Birinin aniden ve çok kolay yoldan zengin olmasının acılı bir psikolojik deneyim olduğu söyleniyor; kimlik krizinin yanı sıra, kendini kabul ettirme çabası yalnızlık, kıskançlık ve öfke duygularına neden oluyormuş. Şebnem yıllarca bu gibi duygularla mücadele ederken, Onur karısının ne yaşadığından habersiz. Kendisini çok seven bir kadınla evlendiğini ve mutlu bir evliliği olduğunu sanıyor. Onur’un hayattaki sınavı bu gerçeklerle yüzleşmek olacak. Hepimiz gibi o da hatalar yaparak doğruları, kayıplar yaşayarak değer verdiği şeyleri bulacak.
BİR İNSANIN AKLI BAŞKASINA KAYIYORSA, İLİŞKİSİNDE MUTLAKA BİR SORUN VARDIR
Onur, eskiden büyük bir aşkla bağlı olduğu Melisa’yla karşılaşınca işler değişiyor. Onur her ne kadar temkinli davransa da Melisa ve Onur’un annesi Aysel oldukça cesur adımlar atıyor Melisa’yı Onur’un aklına, hayatına tekrar sokabilmek için. Melisa ve Onur’un hikayesi nereye evrilecek sizce?
Onur ve Melisa’nın uzun yıllara dayanan bir ilişkisi varmış. Çocuklukları, gençlikleri yan yana geçmiş, birlikte büyümüşler. Amerika’da üniversitede birlikte okumuşlar. Herkes evlenmelerini beklerken, bir anda Şebnem çıkmış ortaya! Onur’u kendine kendisine öyle bir aşık etmiş ki, Onur Melisa’dan ayrılmış ve ani bir kararla Şebnem ile evlenmiş. Ama belli ki Melisa da bu travmayı atlatamamış. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen çıkıp gelmiş, hem Şebnem’den intikam almak, hem de hakkı olanı geri almak istiyor. Yani aslında Şebnem ve Melisa, rolleri değişmiş. Bu sefer de Melisa, Onur’un hayatına aniden giriyor ve onu yeniden kendine aşık etmeye çalışıyor. Onur ve Melisa’nın hikayesi nereye evrilir bilmiyorum, ama ben şuna inanırım. Bir insanın aklı başkasına kayıyorsa, ilişkisinde mutlaka bir sorun vardır. Melisa’nın aklını karıştırması, Onur’un evliliğinde bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkına varmasına neden olacaktır. Onur, evliliğini sorguladıkça neyi fark edecek? Şebnem’in aslında onu hiç sevmediğini mi? Yoksa Şebnem, her ne kadar inkar etse de, aslında Onur’u sevdiğini mi? Meselenin bu tarafı bana daha çekici geliyor.
Şahane Hayatım setinde nasıl vakit geçiriyorsunuz? Bize set arkasından anlatmak istediğiniz bir şey var mı?
Dizinin haricinde bir yandan tiyatro, diğer yandan film çekimlerim olduğu için sette mümkün olduğunca verimli çalışmaya odaklanıyoruz. Tiyatro kökenli oyuncuların yoğun takvimi, kullandığımız mekanların özel yerler olması, hikayenin çok fazla sahneye ihtiyaç duyması gibi zorlayıcı faktörler devrede olsa da, yapım ekibinin profesyonelliği sayesinde her şey yolunda gidiyor.
ULUSLARARASI ALANDA TİYATRO DENEYİMİ BANA ÇOK ŞEY KATTI
Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Elektronik Mühendisliği okumuş, Koç Üniversite’sinde MBA yapmışsınız. Bütün bunlardan sonra oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?
Tiyatro ile başladı. Üniversite yıllarımda Şahika Tekand’ın kurucusu olduğu Studio Oyuncuları’na katıldım. 2000 yılına kadar çok sayıda oyun sahneye koyduk. 2000 yılında Theodoros Terzopoulos ile çalışmak üzere Atina’ya gittim, uluslararası alanda tiyatro deneyimi bana çok şey kattı. Workcenter of Jerzy Grotowsky & Thomas Richards ve Shizuoka Performing Arts Center çatısı altında düzenlenen eğitimlere, Natsuko Ohama, David Bridel ve Susan Main tarafından gerçekleştirilen atölyelere katıldım. Dizi, sinema oyunculuğum tiyatro ile paralel ilerledi. Oyunculuk kariyerimde 25 yılı geride bıraktım, hala üçünden de kopamıyorum. Çünkü her biri, bir diğerini besliyor.
ŞAHİKA TEKAND’A BANA BÖYLE BİR ‘DELİ’ İŞİNİ EMANET ETTİĞİ İÇİN MİNNETTARIM
Geçtiğimiz yıllarda Aşınma oyunuyla sahnedeydiniz. Tek kişilik bir oyundu, birçok ödül aldı ve çok beğenildi. Nasıl bir tecrübe tek kişilik bir oyunla seyircinin karşısında olmak?
Tek kişilik oyunun yüklediği sorumluluk çok başka bir şey elbette. Hele ki bir de bu sorumluluğu Aşınma gibi ‘özel’ bir oyunda üstlendiğinizde... 55 dakika boyunca bir metni takip etmek, seyirci ile ilişkiyi canlı tutmak, herhangi bir aksilikte dahi ısrarla simülasyonun içinde kalmaya çalışmak, hem rol kişisini hem de o anda gerçekten sahnede olan Yiğit’i de kaybetmemeye çalışmak; bu iç içe geçen tabakaları aynı anda var etmek normalin üstünde çaba, güç ve kondisyon istiyor. Aşınma bugüne kadar beni en çok zorlayan, cesaretimi en çok sınayan ve beni en çok geliştiren deneyimim oldu. Şahika Tekand’a bana böyle bir ‘deli’ işini emanet ettiği için minnettarım. Bu sene kısa bir ara verdik, ama ilk fırsatta yeniden oynamaya başlayacağız.
Bu sezon da Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay’ı yıllar sonra bir araya getiren “Kel Diva” oyunuyla seyirciyle buluşuyorsunuz. Bu oyundan da biraz bahseder misiniz?
Absürd tiyatronun kurucularından Eugène Ionesco’nun kült oyunu Kel Şarkıcı’yı Oyun Atölyesi çatısı altında Kel Diva adıyla oynuyoruz. Haluk abi beni aradığında oyunun adını söylemesi yeterli olmuştu zaten. Her türlü ‘uçmaya’ müsait bir metin bir oyuncuyu heyecanlandırmaz mı? Hemen kabul ettim. Absürd ama bir o kadar ölümsüz bir metni, kendilerinden beklenenin âlâsını yapacak kalibrede oyuncular ve Muharrem Özcan gibi cesur bir yönetmenle buluşturan bir projenin bir parçası olduğum için çok mutluyum. Benim için çok kıymetli bir deneyim.
SEYAHAT EDERKEN TURİST GİBİ DEĞİL KAŞİF GİBİ GEZMEYİ SEVİYORUM
Sosyal medya hesabınızda farklı coğrafyalardan, çok güzel doğa fotoğrafları paylaşıyorsunuz. Doğada vakit geçirmeyi, seyahat etmeyi sevdiğinizi görebiliyoruz. Bu yoğunlukta nasıl vakit bulabiliyor musunuz böyle şeylere?
Seyahat ederken turist gibi değil kaşif gibi gezmeyi seviyorum aslına bakarsınız. Seyahat etmeyi sadece bir mola vermek olarak değil; üretkenliğimi ve performansımı besleyecek bir gereklilik olarak görüyorum. Farklı coğrafyaları, kültürleri, davranış şekillerini gözlemlemek insana çok şey katıyor. Hareket etmediğiniz zaman, mesleğiniz ne olursa olsun çok kısırlaşıyorsunuz. Düşünsenize dünya çok kalın bir kitap ve siz sürekli aynı sayfayı okuyorsunuz.
Merak ettiğimiz bir diğer konu da, sosyal medyada paylaştığınız fotoğrafların altına “Dünyalılar” diye başlayarak yazdığınız yazılar. Bu sesleniş biçimi, paylaştığınız fotoğraflar ve yazdığınız yazılar çok güzel bütünleşiyor ve dikkat çekici hale geliyor. Nasıl çıktı bu fikir?
Yıllar önce Shaun Monson'ın yönetmenliğini yaptığı ‘Earthlings’ diye bir belgesel izlemiştim. Belgesel, tür ayrımcılığı denilen bir kavrama odaklanıyor. Tür ayrımcılığı, aynı ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı gibi önyargılardan beslenerek, sadece kendi türünün üyelerinin çıkarlarını gözetirken, diğer türlerin aleyhine tutum sergilemekten çekinmeden davranmak. Ve bu ayrımcılığı sergileyen tek dünyalı; İNSAN. Dünyalılar diye hitap etmek, bana dünya üzerinden yaşayan hiçbir canlıdan farkımız olmadığını hatırlatıyor. Hitap ettiğim kişilerde de aynı farkındalığı yaratmasını umut ettiğim için sosyal medyada da kullanıyorum. Hatta bu hitap şeklinden ilham alarak, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV) ile 10 bölümlük bir podcast serisi hazırladık. Serinin adı “Dünyalılar, Sanat Gezegeni İyileştirebilir mi?” Yaratıcı endüstrilerin, ekolojik krize karşı dünyalıları harekete geçirmek için neler yapabileceği üzerine sohbet ediyoruz. IKSV’nin Spotify ve Youtube kanallarından dinleyebilirsiniz.
Fotoğraflar: Yiğit Danacı