“HARUN ÇOK İYİ, İKİZ ÇOCUĞU OLAN, MODERN, ANLAYIŞLI VE YAPICI BİR AİLE BABASI”

Kanunsuz Topraklar dizisi ardından sizleri yeniden NOW ekranında görmek çok güzel. Hoş geldiniz yeniden aramıza. Bu defa Darmaduman dizisiyle çıkıyorsunuz sevenleriniz karşısına. Diziyle ilgili neler söylemek istersiniz, neler bekliyor izleyiciyi?

Öncelikle hoşbuldum. Tekrar NOW’ta olmak çok keyifli, çok güzel, özellikle bu işte çalışmak çok keyifli çünkü bu gençlik zamanlarımın dizisi 90210, Beverly Hills uyarlaması. Ama sanırım bizimki biraz daha dramatik. Darmaduman ismiyle bu akşam yayına girecek. Ben uzun zamandır yaptığım işlerde, belki de öyle gösterdiğim için, çok fazla kanunsuz, kötü adamı oynadım. Halbuki bize sorsanız, bizim için hepsinin haklı bir tarafı var ve onu en iyi şekilde icra etmek bizim işimiz ama ben çok severek oynadığım o kötü adamlardan sonra Darmaduman’ın benim için şöyle bir özelliği var; Harun karakteri çok iyi, ikiz çocuğu olan, çok modern, anlayışlı, yapıcı bir aile babası… Menajerim Ahmet ile de konuşurken, hayata dokunan, daha hayatın içinde olan, gerçeğe daha yakın ve ütopyası daha az olan bir karakter oynamak istediğimi söylemiştim. Bu hem Ahmet’e, hem evrene bir mesajdı. O da kabul olduğu için ve böyle bir karakteri oynayacağım için çok mutluyum. Bir aile, bir arkadaşlık, bir dostluk işi. Bir aile yıllar sonra baba evine geri dönüyor, yani benim canlandırdığım Harun karakterinin evine geri dönüyorlar. 1980’lere 70’lere ışınlanıyorlar gibi. Umarım seyirci de sever bu işi…

Darmaduman; “Beverly Hills, 90210”un yerli uyarlaması. 90’larda büyük ses getiren bu diziyi siz takip eder miydiniz?

Takip ederdim. Tabii ki şu an hepsini, her detayı hatırlamıyorum ama spesifik olarak Brenda ve Brandon’ın isimlerini hatırlıyorum.

Uyarlamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Senaryoyu okuduğunuzda ne gibi değişiklikler veya benzerlikler gördünüz?

Onlar Beverly Hills’e taşınan bir aile, biz de Eskişehir’den İstanbul’a dönüyoruz, başımıza neler geleceğini bilmeden. Aslında ortak noktamız bu. Yaşantı olarak daha girift, insanların birbirini tanıdığı, birbiriyle selamlaştığı bir yerden daha selamsız bandosu bir yere gidiyoruz. O yüzden benzeşen noktaları bunlar bence.

“HARUN İÇİN GERİYE DÖNÜŞ BİR ZORUNDALIK HİKAYESİ GİBİ”

Dizide Harun karakterini canlandırıyorsunuz. Dediğiniz gibi kendisi ikiz çocuk babası ve çok ta iyi bir baba… İyi bir baba olmasının yanı sıra bir de dizide kendi babasıyla 25 yıllık görüşmeyişini, kopmuş ilişkisini izleyeceğiz. Siz neler söylemek istersiniz Harun’la ilgili?

Ben Harun’u ilk okuduğumda ve karakter analizi geldiğinde o kadar çok sevdim ki; birine kızmadan, barışçıl, hümanist, hak hukuk derdinde olan, bunu her zaman dile getiren, çocuklarını da bu anlamda yetiştirmeye çalışmış ve onları birer birey olmaları için elinden geleni yapmış, kendi kararlarını kendilerinin verebilecekleri şekilde yetiştirmiş ve büyütmüş bir adam. Kendisi geçmişte daha baskıcı bir ailede büyüdüğü için bir çok şeyi yapamamış ve aile zoruyla bir yerlerde okumuş. Sonra girdiği okulu istemeyip, kendi yoluna, gazeteciliğe devam etmiş. Bir kadına aşık olmuş, onu çok sevmiş ve ikizleri olmuş. Hayatı daha modern yaşayan, daha insancıl bir adam Harun ama işte gençliğinde hayranı olduğu babasının baskıcı tarafını da kontrol edemediği için 25 yıl boyunca da baba evine hiç dönmemiş, babasını neredeyse hiç görmemiş. Annesiyle de çocuklarla tanışsın diye babasının olmadığı zamanlarda görüşmüş. Çocuklar babaannelerini az çok tanısalar da, dedelerini hiç tanımıyorlar. O da babasını o kadar iyi tanıyor ki artık daha fazla tanımak istemediği için gençliğinde yaşadığı bir olay üzerine evden çıkıp gidiyor ve bir daha dönmüyor. Ama başlarına öyle bir şey geliyor ki, geri dönmek zorunda kalıyorlar. Harun için geriye dönüş bir zorundalık hikayesi gibi.

Bu dizinin aslında sevdiklerimizin değerini bilmemiz gerektiğini, zamanın hızlı akıp gittiğini ancak ailenin yerinin her zaman için farklı olduğunu da anlatacağını söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle. Dünyada herhalde bugüne kadar çekilen birçok filmde, birçok oyunda, birçok dizide bu anlatılıyor. Aile her zaman doğru bir şey mi, bu tartışılır. Bunun cevabı bende başkadır, sizde başkadır. Ama kurunun yanında yaş da yanar misali genelleme yapacaksak, evet, aile her şeydir. Ailenin size getirisi olduğu gibi götürüsü de olabilir. Bunu çok güzel anlatıyor. Birlik ve beraberliğin olduğu yerde güzel şeyler olabileceğini, insanlar birbirine destek olduğunda daha doğru şeyler bulabileceğini, daha anlamlı ve düşünceli yaşayabileceklerini anlatan bir iş bu. Tabii ki bu gençlerin, bizlerin, bizlerin ebeveynlerinin hatalarıyla, süsleyerek, o hatadan dönmenin, o hatayı düzeltmenin nasıl olacağını görerek yaşatacağımız bir iş Darmaduman. Zaten adı üstünde ‘’darmaduman’’.

“BENİM BİRÇOK KUSURUM VAR”

Harun karakteri annesini anlatırken “Herkesin 3 kusuru vardır” diyor. Sizin 3 kusurunuzu sorabilir miyiz?

Benim birçok kusurum var. 3’ten fazladır. Mesela çok fazla dinlememek benim için kusurdur. Buna dikkat etmeye çalışıyorum. İnsanları çok fazla dinlemeden hareket ederim. Bu benim birinci kusurum olsun. Hızlıyımdır. Herhalde ikizler burcu olmamın özelliği. Hayata karşı zamanı çok iyi kullanamayabiliyorum. Bazen çok yedi dağdan serin davranıyorum. Adana’da bizim oralarda ‘’Aladağ’dan serin’’ derler, rahat davranıyorum. Bu ikinci kusurum olabilir. Bir kusurum da mangal yakmak. Mangal yakmayı çok seviyorum.

“HARUN KARAKTERİ BANA BENZEDİĞİ İÇİN BENİ ZORLADI”

Önceki karakterlerden çıkmanın deformasyonları olabileceğini söylemiştiniz. Mimiklerini, duygusal durumlarını yeni karaktere yansıtmamaya çalıştığınızı da… Harun karakteri bu anlamda sizi zorladı mı? Karaktere nasıl bir hazırlık yaptınız?

Kesinlikle zorladı. Normalde baktığınızda sıradan, üniversite mezunu, iki tane çocuğu olan, hayata daha önce de bahsettiğim gibi olumlu yönleriyle bakmaya çalışan bir adam. Örneğin; Çukur’daki Cumali Koçovalı karakterinden çıkmak çok rahattı çünkü hiç öyle biri değilim. Ama Harun, Necip’e de benzediği için beni zorladı, bana çok yakın halleri var Harun’un.  Bir anlamda kendim olmaya çalışıyorum gibi bir durum var.

“BEN KIZIMI DA DİZİDEKİ ÇOCUKLARIM GİBİ BİR BİREY OLMA YOLUNDA YETİŞTİRİYORUM”

Harun, çocuklarıyla belli ki arkadaşca bir ilişki kurmaya çalışıyor. Siz bunu doğru buluyor musunuz? Günümüzde çocuklarla arkadaşca bir bağ kurmak mı daha önemli yoksa anne ve babanın otoritesi her daim ön planda mı olmalı?

Bu sanırım kişiden kişiye değişen bir şey. Meral Çetinkaya benim annemi oynuyor. İlk bölümde bir repliği var ve: “Çocukların arkadaşa değil, çocukların ebeveyne ihtiyacı var. Çocuklar arkadaş edinirler. Ama ebeveyni edinemezler. Onlara ne yapacaklarını, hata yaptıklarında ya da bir şey yapmaya çalıştıklarında yardımcı olacak, onları yönlendirecek insanlara ihtiyaçları var.” diyor. Buna kimi insan katılır, kimi insan katılmaz ama benim düşüncem şu yönde; Ben kızımı da dizideki çocuklarım gibi bir birey olma yolunda yetiştiriyorum. En küçük yaşta bile kendi kararını kendi versin istiyorum ve her zaman böyle davranırsam ileride çocuğumun  yapacağı bir şeyde bana sorular soracağına ve fikrimi almak isteyeceğine eminim. Çocuklarınızla arkadaş olabilirsiniz, yeter ki öyle bir zihin yapısı oluşmasına yardımcı olun ki, onlar sizin sevmeyeceğiniz ya da istemeyeceğiniz bir şeyi algılayıp, önce sizinle konuşabilsinler. Bir şeyleri kendi başına başarabileceklerini, eğer başaramıyorlarsa bunun arkasında kötü bir şey olmadığını ve her zaman ebeveynlerine danışarak daha doğruyu bulabileceklerini bilsinler.

Sizin de kızınız yakında 3 yaşına girecek. Siz nasıl bir baba olmaya özen gösteriyorsunuz? Bir de bu soruyu eşinize sorsak, o neler söyler?

Çok ilginç bir evde büyüyor benim kızım. Benim memleketimi, yaşadığım kültürü, bakış açısını öğreniyor. Annesinden de daha Avrupai birçok şey öğreniyor. O yüzden çok güzel, oryantalist bir tarafı oluyor ama Didem için de şunu söyleyebilirim ki, o da aynı düşüncede. Bizim kızımız tabii ki belli bir zaman dilimine kadar bizim korumamız ve gözetimimiz altında büyüyecek ama o da kendi kararlarını kendi verebilecek hale gelsin istiyoruz ve bu şekilde yetiştirmeye çalışıyoruz. Pedagoglar ve doktorlara da danışıyoruz. Mesela şu an “teribble two” diye bir şey yaşıyoruz: Doğruyu bulana kadar birçok yanlış yapacaktır ama yapacağı yanlışlarda onun gözündeki bir damla yaşa bakarak hareket ediyoruz biz de. Onun gözünde yaş olmasın derdindeyiz. Ama hatalar, yanlışlar olacak büyüdükçe… Biz de hala hatalar yapıyoruz.

“WALKMAN’İM HALA ODAMDA DURUR”

Darmaduman; yetişkinlerin de kendilerini yeniden bulma hikayesi aslında… Peki siz çocukluğunuz denince neler anımsıyorsunuz? Siz eskiden neler biriktirirsiniz, en sevdiğiniz oyunlar hangileriydi?

Kesinlikle… 1.bölümde bir sahnem var. Yıllar sonra kendi odamda uyandığımda, bir sürü oyuncağımı görüp, farkettiğim bir sahne. O oyuncakları gördüğümde kendi çocukluğuma gittim. Film oynatan gözlükler, misketler, atariler, uçaklar, gazoz kapakları… Gerçekten 80-85 dönemine, çocukluğuma gittim. Benim de bir çok oyuncağım vardı ve çok eğleniyordum evde. Küçük bir mahallede büyüdüm. Avlusu olan bir evde müthiş zaman geçirdim. Çocukluğum çok eğlenceliydi. Harun da çok eğlenceli bir çocukluk geçirmiş ve çok güzel oyuncaklar biriktirmiş. Aynı zamanda çizim yapabilen biri. Eskinin rock kafası çok güzel albümler biriktirmiş, müzikler dinlemiş. Walkman’im hala odamda durur mesela…

Bir önceki röportajımızda “Birinin başından geçmiş hikayeleri trajikomik haliyle anlatmayı seviyordum. Bunu da ilk fark eden Sevda teyzem oldu” demiştiniz. Bir bakıma bugüne gelmenizdeki etken Sevda teyzenizin sizdeki bu ışığı görmesiydi, değil mi?

Aslında tam öyle değil. Demet Akbağ: ‘’Nasıl oldu bu iş, nasıl buralara geldim? Ben evde komiklikler, şakalar yaparak insanları güldürüyordum.’’ Demişti. Ben de aynı şekilde komik bir dille anlatmayı seviyorum ve teyzem de bununla çok eğleniyordu. Bunu keşfedip, “Ya bu çocuğu bir yerlere gönderelim, bir şeyler yapsın” diyen de oydu. Benim hakikaten de amatör olarak Adana’da tiyatroya başlamam, sonra onların grubunun içinde oynarken Seyhan Belediyesi Tiyatrosu’ndan bir abinin: “Gel bakalım.” diyerek Seyhan Belediyesi’ne beni alması, tiyatro topluluğunda onlara yardım ederek bu işin nasıl yapıldığını öğrenmek, çıraklık yapmak; daha sonra konservatuar sınavına girip kazanmak ve sonra İstanbul’a gelmek ve bugün şu an sizinle bu röportajı yapmak gibi bir süreç var. İlk adımı attıran her zaman birileri olur ya, işte bu kişi Sevda teyzemdi. Ona teşekkür ediyorum.

“KIZIM DOĞMADAN ÖNCE KÖPEĞİM SORUMLULUK ALMAMI SAĞLADI”

Son olarak köpeğiniz Maça’dan bahsedelim isteriz.

Maça dünya tatlısı, bir arkadaş, bir dost. Ben onu bir arabanın içinde bulan bir arkadaşım sayesinde sahiplendim. 7 yıldır benimle. Çok muazzam bir ilişkimiz var. Nevi şahsına münhasır bir köpektir. Çok komiktir. Sevgi hastası, 45 kilo ve herkesin üzerine yatıp beni sev diyen bir hayvan. O da keyfi yerinde, sevinçli ve mutlu ve biz de o mutlu olduğu için mutluyuz. Farkettiğim şey, benim dinç kalmamı sağlıyor. Yani kızım doğmadan önce sorumluluk almamı sağlayan bir canlı Maça…